Babamın bana yaptığı bir konuşmasını hatırlıyorum. "Bu bizim kültürümüzde var!", "Hadi git bakalım sen yap bu işi". Yani, bu vazife bana neden verildi, bizim kârımız ne olacaktır bunun gibi vesveselerle kafamı beyhude yormaya gerek yoktu. Er kişi vazifesini layıkıyla yerine getirmelidir, her ne güçlükle karşılaşılırsa karşılısın. İnsanlar, hangi fırtınalarla hangi rüzgarla uğraştığına bakmaz, geminin limana gelip gelmediğine bakarlar sadece. Ben bu gemiyi limana götürmeliyim, biiznillah.
Bugün sabah "ofiyolit" dersindeydim, Jörg Hermann ile birlikte. Dersin 3. haftasıydı. Ve ben derse dikkatimi vermekte güçlük çekiyordum. Okyanusal kabuğun oluşumundaki kısmı ergimenin özelliklerini çalışıyorduk. Her neyse, hoca derse ara verdi. Ve bende biraz hava almak, belki sigara içmek için koşturarak sınıftan çıktım. Daha sonra sigaranın fayda vermeyeceğini düşünerek, okuldaki tek Türk Hocamız olan Naki Hocanın yanına gittim. Tez Hocamın, okulumu uzatmasından sitem ettim biraz. Ben sitemime karşılık beklerken, Naki Hoca aksine beklemediğim birşey söyledi. "Sen ne kadar hazır bir öğrencisin" dedi. Çok doğru söyledi, ben ne kadar hazır bir öğrenciydim? Tez konumu dahi seçemeyecek bir mühendis. Konuşamayacak kadar genç ve cahil. "Hoca bilmiyor mu", dedi. Senin adaptasyon sürecin ve diğer tüm herşey. "Avrupalı Öğretmenin işine karışmayacaksın" dedi. "Sen, kaliteli bir öğrenci olacaksın", dedi. "Sen, kalitesiz bir öğrenci olduğun zaman, elbette ki seni ihmal edecek ve yardımcı olmayacak, niye uğraşsın ki", dedi. Çok doğru söyledi, vesselam. O Hocanın yüzlerce öğrencisi olmuştu, muhakkak. Ta ki bende biliyorum, kendisinin "sıvı kapanımlar" dersinde, ilk master öğrencisinin yıl 1986'da olduğunu ben gözümle gördüm. Ben kim oluyorum da hocayı eleştiriyorum birkaç parça bilgi öğrenmek dururken. Ayrıca, o kadar ki Türk Milli Eğitim Bakanlığının ve MTA'nın onca saçma isteklerine kağıt kürek işlerini erinmeden, dökümanları tarayarak, incik boncuk hazırlayarak. Benim bozuk İngilizceme hareketlerime rağmen. Böyle hocanın kıymetini bilmemek....
Bugünün akşamında Allahualem cami imamı Cevat Hoca, yatsı namazından sonra beni durdurdu. Bir hal-hatır sordu. Bana İslam'da hac ve umre'den sonra en önemli vazifenin ilim öğrenmek olduğunu söyledi. Tevafuk, bugün o kadar çok öğrencilikle ilgili tefekkür ediyordum ki... Doğruydu ya, bir satır bilgi öğrenmek, onu kaydetmek, çalışmak. "Sen, bunu oflayarak, puflayarak yapmamalısın" dedi bana. "Zaten yapılması gereken bir vazife olarak, bir aşk ile, severek yapmalısın" dedi.
Tez Hocamla toplantımızı hatırladım birden. "Enes, sen hocalardan korktuğunu söylemiştin" demişti. Ben de cevaben: "Evet, hocam, çünkü hocalarımız genellikle en az 60 yaşında ki bu benim yaşımın üç katı ve de bir okadar kitap yazmış oluyorlar." demiştim. O da bana: "öyle mi, öyleyse ben olsam bende korkardım" demişti. Çok doğru, bir şey söylemişti. Hocalardan korkmanın, çekinmenin doğru olduğunu bana en uygun bir dille anlatıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder